11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü; ölümcül bir bulaşıcı hastalık salgınının varlığını resmi olarak tanıyarak bütün dünyaya duyurdu. COVID-19‘un hayatımıza girmesiyle o ana kadar garanti olarak gördüğümüz gündelik şeyler hepimizin en başında tahmin ettiğinden daha büyük bir değişime uğrayarak, bu hayatta hiçbir şeye ‘kesin’ gözüyle bakmamamız gerektiğini bize acı bir şekilde öğretti.
COVID-19 pandemisinin etkisi altında olduğumuz şu son derece zor 1,5 yılı akli dengemiz bozulmadan geçirmek adına çoğumuz kendine özgün metotlar geliştirdik: Kimimiz bu süreci kendisini iyi olduğu şeylerde daha da geliştirmek için değerlendirirken, kimimiz de bunu hep başlamak isteyip de “Zaman yok ya” diyerek bir türlü cesaret edemediğimiz hayallerimizi gerçekleştirmek için bir fırsat olarak gördük. Ancak pandeminin kazandırdığı bazı alışkanlıklar var ki, bunlarım herkes için olmasa da büyük bir çoğunluk için genel – geçer olduğunu düşünüyoruz. Peki COVID-19’un kafamıza vura vura öğrettiği o şeyler neler? Gelin birlikte bakalım.
COVID-19 Pandemisinin kafamıza vura vura öğrettiği 7 faydalı şey:
- Tuvaltetten sonra ellerini yıkamayanlara bile ey yıklamayı öğretmek
- Maskenin önemi
- Kişisel alan diye bir şeyin varlığı
- Eşofman gibi rahat kıyafetlerin dışarıda da giyilebileceği
- Evde tek başına da kaliteli vakit geçirebilmenin mümkün olduğu
- Yaşanan değişimlere uyum sağlamayı
- Hayatta hiçbir şeyin garanti olmadığı
Tuvaletten sonra ellerini yıkamayanlara bile el yıkamayı öğretmek
Doğruya doğru; COVID-19’dan önce el yıkamak, görünürde bir kir söz konusu olmadığı taktirde çoğumuzun gereksiz olarak gördüğü bir şeydi. Pandemi ise bize mikropların sadece görünüşte pis olan şeylerde değil de ‘her yerde’ olduğunu öğretti. Maalesef ki gözle göremediğimiz COVID-19 virüsünün, kapı kollarından kafede oturduğumuz koltukta ve hatta elimden düşüremediğimiz telefonlarımızda olabileceğini bilmek; canına biraz olsun değer veren herkesin düzenli aralıklarla elini yıkamasını ya da hiç yoktan dezenfekte etmesini sağladı. Basit olarak gördüğümüz sıradan gribin bile çok ağır sonuçları olabileceğini ve ölüme yol açabilecek tek virüsün COVID-19 olmadığını; hayatımızı tehdit eden hastalıkların bundan çok daha öncesinde de zaten var olduğunu düşündüğümüzde bu aslında kulağa çok daha fena bir alışkanlık gibi gelmiyor açıkçası.
Maskenin önemi
Dünya genelinde yaygın olarak kullanımı bu sayede başlamış olsa bile, aslında maskenin günlük hayatta kullanımı COVID-19 pandemisi ile birlikte başlamadı. Bir noktada hepimizin hayatına bir zorunluluk olarak giren maskeyi, pek yaygın olmasa da Asya’daki bazı ülkeler gibi hava sağlığı kalitesi iyi olmayan ülkelerde yaşayan bazı insanlar günlük hayatlarında kullanmaktaydı. Alışmakta hepimizin zor zamanlar geçirdiğini tahmin ettiğim maskeden kurtulmak da bir o kadar zor olacak gibi duruyor. Diyelim ki yarın COVID-19 pandemisinin sone erdiğini duyurdular: Hangimiz bundan sonra rahat rahat metro veya otobüs gibi oldukça kalabalık ve kapalı alanlara maskesiz bir şekilde girebilir ki? Maskenin artık vücudumuzun bir parçası gibi olduğunu düşündüğümüzde, pandemi bittiğinde bile bir süre maskelerle yaşamaya devam edeceğiz gibi gözüküyor. Sonuçta bir alışkanlık bir kere kazanıldı mı, vazgeçmesi epey bir zor oluyor.
Kişisel alan diye bir şeyin varlığı
Şöyle bir düşündüğümüzde kişisel alan her zaman oradaydı ve bazılarımız için de oldukça önemliydi- market sırasında ensemizde soluyan şahıslar hariç. Dürüst olalım; hangimiz bir sürü alternatif varken, daha uzakta durabileceği halde ta dibimizde duran tanımadığımız insanlardan rahatsız olmamışızdır ki? Ya da sinemada bir sürü boş koltuk varken gelip yanınızdaki koltuğa oturan o tanımadığımız kişiden? Sosyal mesafe kuralı sağ olsun artık bu tarz durumlara daha az rastlar olduk; ancak bu alışkanlığın kazanılabilmesi için yakın mesafede kolay bir şekilde bir kişiden diğerine bulaşabilen ölümcül bir virüse gerek kalmasaydı çok daha iyi olurdu tabii, orası ayrı.
Eşofman gibi rahat kıyafetlerin dışarıda da giyilebileceği
Farkındayız, eşofmanlar COVID-19’dan çok önce de günlük hayatta giyiliyordu; ancak pandemiyle birlikte sokakta, kafede ya da orada burada gördüğümüz eşofman giymiş insan sayısında ciddi bir artış olduğu da yadsınamaz bir gerçek. Salgın sebebiyle girdiğimiz kişisel veya zorunlu karantinalardan önce pek çoğumuz arkadaşlarla buluşmaya eşofmanla gitmeyi özensiz bulurken, evde dura dura rahat kıyafetler giymeye öylesine alışmışız ki, şimdilerde size de sanki azıcık özenince aşırıya kaçmışsınız gibi gelmiyor mu? Ki alışveriş sitelerinde veya mağazalarda birazcık gezindiğimizde bile bu durumun etkilerini çok rahat bir şekilde görebiliyoruz; zira satılan kıyafetlerde de bu yönde bir artış mevcut.
Evde tek başına da kaliteli vakit geçirebilmenin mümkün olduğu
Evet, dışarıda dilediğimiz gibi, sürekli risk altında hissetmeden özgürce gezmeyi çok özledik; ancak özellikle de herhangi bir COVID-19 aşısının geliştirilmediği ve salgının daha tehlikeli olduğu dönemlerde çok uzun bir süre evde durmak zorunda kaldık. Dışarıya çıkıp ne yapacaktık ki; mağazalar, kafeler, restoranlar, parklar- kısacası çıkıp gezebileceğimiz ve arkadaşlarımızla bulaşabileceğimiz her yer bir süreliğine kapalıydı. Bunları da geçtim- hatırlayacak olursanız bir ara sadece belli saatler içerisinde dışarıya çıkmamıza izin vardı. E hal böyle olunca da hepimiz evde sıkılmadan vakit geçirebileceğimiz yöntemler geliştirdik.
Kimilerimiz bu zamanları uzun bir süredir başlamak istediği dizilere sonunda başlayıp, yıllardır izleme listesinde bulunan filmleri izleyerek ve başlamaya bir türlü fırsat bulamadığı kitapları okuyarak geçirirken; kimilerimiz örgü örmek, resim yapmak ya da aşçılık yeteneklerini geliştirmek gibi çeşitli yeni hobiler edindi. Pandeminin olumsuz etkilerinin olumlu etkilerine epeyce bir ağır bastığı bir gerçek; ancak mecburen de olsa kendimizle baş başa kalmamız bir yandan da yoğun hayat koşturmacasının arasında bir türlü vakit ayıramadığımız şeylere vakit ayırmamızı ve kendimizin bile farkında olmadığı yönlerimizi keşfetmemizi sağladı.
Yaşanan değişimlere uyum sağlamayı
Alışık olmadığımız şeylere adapte olmak çoğu zaman gözümüze oldukça korkutucu gelir; bu adaptasyon sürecinin sonucunda iyi şeylerin olacağını bilsek dahi bilindik sınırlarımızın dışına çıkıp bilinmeyene adım atmak her zaman cesaret isteyen bir konsept olmuştur. Ancak unutulmaması gereken bir şey vardır ki, gelişime giden yolda kendimizden bir şeyler vermediğimiz sürece ilerleme kaydetmemiz mümkün değildir; insanlığın başlangıcından beri de bu durum böyle süregelmiştir. Pandemiyle birlikte alışmış olduğumuzun sınırlarımızın dışına çıkıp, yeni bir düzene uyum sağlamak mecburiyetinde kaldık.
Böylece, COVID-19 ile birlikte bir kez daha öğrenmiş olduk ki adaptasyon çoğu zaman keyfi gelişen bir durum değil, bir zorunluluk. Ancak bu illa ki kötü bir kazanım olacak diye bir şey yok. Yaşamımız boyunca, bir pandemi sebebiyle olmasa dahi farklı sebeplere bağlı olarak pek çok kez gerçekleşen yeniliklere uyum sağlamak zorunda kalacağız. O yüzden de bardağın dolu tarafından bakıp, zor bir sınavdan başarıyla geçtiğimizi varsayabilir ve bundan sonra gerçekleşecek olan daha ufak çaplı değişikliklere daha kolay bir şekilde adapte olacağımızı düşünebiliriz.
Hayatta hiçbir şeyin garanti olmadığı
Doğduğumuz ve hayata atıldığımız andan itibaren bazı şeyler kendisine hayatımızda öylesine bir yer ediniyor ki, doğal olarak bu şeylerin hep bu şekilde olacağı düşüncesine kapılıyoruz. Sokağımızda bulunan markete gittiğimizde kasada bizi hep aynı kişinin karşılayacağını, dışarıya çıktığımızda hep sevdiğimiz kafeye gidip bir fincan kahve içebileceğimizi ya da dilediğimiz zaman arkadaşlarımızla eğlenceye çıkabileceğimizi varsayıyorduk; ancak COVID-19 salgını maalesef ki bu durumun çok kolay bir şekilde bir anda değişebileceğini bize zor yoldan öğretti.
Salgın öncesinde okula gitmekten nefret edenler okullar açılsın diye yalvarmaya, dışarda gezmektense evde kalmayı tercih edenler dışarıya tekrar çıkabileceği günleri dört gözle beklemeye başladı. Her gün görmeye alışık olduğumuz arkadaşlarımızı ve aile üyelerimiz uzun süre görememek, onların bizler için ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anlamamızı sağladı. Ve belki de en önemlisi, COVID-19 bize insanın aslında ne kadar sosyal bir varlık olduğunu; hayatta kalmak için birbirimize ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu öğretti.
Her ne kadar pandeminin bir an önce hayatımızdan çıkıp gitmesini istesek de, umuyoruz ki her şey eski haline geri döndükçe bu süreçte öğrendiğimiz yararlı şeyleri de birden unutmayız.