İstanbul 1 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü geçen günlerde Kanal İstanbul projesini gündemine aldı. Toplantılara İBB temsilcisi olarak Gürkan Akgün de katıldı. Akgün, kurula sunduğu şerh raporunda çarpıcı tespitlere yer verdi. Kanal İstanbul projesinin özellikleri ve sonuçlarının, İstanbul Çevre Düzeni Planı’nın öngördüğü kent gelecek kurgusu ile büyük uyumsuzluklar içerdiği belirtilen raporda projenin ana planlama ve koruma ilkelerine aykırı olduğu vurgulandı. Rapordaki tespitlerden bazıları şöyle:
– Proje, ormanlar, sazlıklar, bataklıklar ve kıyı kumulları gibi doğal habitatların, yerüstü ve yeraltı su havzalarının, kültürel ve arkeolojik miras alanlarının, tarım arazilerinin parçalanmasına, ekosistem servislerinin tahribatına ve kentsel dayanıklılığın zayıflamasına yol açacaktır.
YAŞAM DESTEK SİSTEMLERİ KORUMASIZ KALACAK
– Yeni İstanbul Havalimanı, Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Kanal İstanbul projesi kapsamında önerilen konteynır limanları ve lojistik merkez gibi tesisler, İstanbul’un kuzeyinde yapılaşma ve nüfus artışını tetikleyecek, kentin yaşam destek sistemlerinin korunması ve kontrolsüz nüfus artışının önlenmesi için büyük engel teşkil edecektir.
– Gerek normal gerekse de afet zamanlarında İstanbul ile Trakya’nın arasına özellikle ulaşım, tedarik ve ikmal açısından ciddi bir bariyer oluşacaktır. Kanal İstanbul ile İstanbul Boğazı arasında oluşacak ada ciddi bir yoğunluk merkezi olacaktır.
– Nüfus ve yapılaşmada artan yoğunluk, Kuzey Marmara Fayı ve kanal güzergâhındaki diri faylar üzerinde gerçekleşecek olası bir depremde daha fazla can ve mal kaybı yaşanmasına neden olacaktır.
SU REZERVLERİ ETKİLENECEK
– Küçükçekmece Gölü’nün kuzeyinde bulunan sazlık ve bataklık alanlar geri dönüşümsüz olarak yok olacaktır. Ekosistemlerin karşı karşıya kalacağı diğer önemli tehditler, sendiment taşınımı, gürültü ve hava kirliliği, karasal ve sucul ekosistemlerdeki tuzlanma tehlikesidir.
– Kanal İstanbul Proje Koridoru ve etkilenme alanı çok önemli arkeolojik ve doğal sit alanı ve kültür varlıklarını içermektedir. Söz konusu tarihi değerlerin, özellikle de proje koridorunda kalanların son derece olumsuz etkileneceği ortadadır.
– Terkos ve Sazlıdere, İstanbul’un su ihtiyacının önemli bir kısmını karşılamaktadır. Proje, söz konusu su rezervlerinde ve kapasitelerine olumsuz etki edecek, ayrıca kanal için deplase edilmesi gereken büyük yapılar (otoyollar, tüneller ve atık su kollektörleri) aşırı maliyet ve işletme zorluklarını beraberinde getirecektir.
İKLİM KRİZİNİ ARTIRACAK
Raporun sonuç ve değerlendirme kısmında yapılan incelemelere değinilerek projenin Sazlıdere ve Terkos Havzaları içinden geçmekte olduğundan kent makroformunu kuzeye ötelediği ve ekolojik kaynakların olumsuz etkileyeceği, proje alanı içinde kalan mutlak tarım arazilerinin proje sonrasında tarım amaçlı kullanılamayacağına dikkat çekildi. Sazlıbosna ve Terkos havza alanlarının yok olacağı belirtilen raporda projenin su varlığını için de tehdit oluşturduğu anlatıldı.
Raporda ayrıca şu çarpıcı ifadelere yer verildi: “Kanal İstanbul Projesi ve çevresinde oluşacak yapılaşma alanları çok kısa zamanda sıcaklık, nemlilik, buharlaşma ve rüzgâr rejimlerini değiştirerek bir kentsel ısı adasına dönüşecek bu alanlar iklim değişikliği açısından olumsuz sonuçlar üretecektir. İstanbul’un bu bölgede sahip olduğu ormanlar, karasal ekosistemler, çayır ve meralar, kıyı kumulları, endemik türler yok olma aşamasına geçektir.”
OLUMSUZ GÖRÜŞ VERİLMELİ
Kanal İstanbul projesi için ekolojik sürdürülebilirlik, şehircilik ilke ve esasları ile kamu yararı açısından herhangi bir olumlu bir husustan bahsetmenin mümkün görülmediği belirten raporda, “Korunması gereken sit alanlarının geri dönülmez şekilde yok olmasına sebebiyet vereceğinden ötürü şehircilik ilkeleri ve koruma mevzuatı ve esasları açısından kurulca olumsuz görüş verilmesi gerektiği düşünüldüğünden söz konusu kurul kararına karşı oy kullanıyorum” denildi.
DÜNYA ‘ÇEVRE’ DİYOR BİZ YOK EDİYORUZ
İBB İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Gürkan Akgün, Kanal İstanbul Projesi’nin bugünkü yasal mevzuat açısından uygulanmasının mümkün olmadığını söyledi. Projeyle, kent nüfusunun kuzeye doğru kaymasını engellemek için yapılan çevre düzeni planlarının tam tersi bir adım atıldığının altını çizen Akgün, “Nüfus yoğunluğu kuzeye doğru gittikçe çevre tahribatı yaratacak. Su kaynaklarını, tarım alanlarını, orman alanlarını korumamız gerekirken daha büyük riske sokuyoruz” dedi. Akgün’ün sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
– Kanal İstanbul projesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İmar planlarında olmayan bir projeden bahsediyoruz. Yani yasal mevzuat açısından uygulanması mümkün değil. Geçen günlerde ÇED raporuyla ilgili bir değerlendirme kurulu toplantısı yapıldı. Biz de Ankara’ya gittik, görüşlerimizi belirttik. Bu alanda çok ciddi miktarda mutlak tarım alanı, orman alanı, mera alanı var. Dünyanın iklim değişikliğini, çevre krizini, su krizini konuşurken bu proje Sazlıdere Barajı’nı ortadan kaldıracak, Terkos Barajı’nın tuzlanmasına neden olacak. Çok ciddi bir hafriyat sorunu var.
Daha önce Kanal İstanbul’un çevresindeki yapılaşmaya ilişkin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Büyükşehir Belediyesi’yle yapılan protokol kapsamında çevre düzeni planları yapılmış ama onaylanmamış. Bu kapsamda yapılan çalışmalarda bu bölgeye, yani tarım alanlarına, mera alanlarına, orman alanlarına çok ciddi bir nüfus yükü getiriliyor. Çevre düzeni planının ana ilkesi bu kentin kuzeye doğru kaymasının engellenmesidir ama bu projeyle tam tersi bir adım atılıyor ve plana aykırı şekilde bölgede yapılaşma ve nüfus yoğunluğunun önü açılıyor.
– İstanbul böyle bir nüfus ve yapılaşma artışını kaldırabilir mi?
Kaldıramadığını görüyoruz. Nüfus yoğunluğu kuzeye doğru gittikçe bir çevre tahribatı yaratacak. Zaten su kaynaklarını, tarım alanlarını, orman alanlarını korumamız gerekirken daha büyük bir risk içine sokuyoruz. Yine bu kanalla birlikte öngörülen köprüler, karayolları geçişleri var. Milyarlarca liralık altyapı yatırımı söz konusu ama bunların nasıl gerçekleşeceğine dair bir plan program da görmüyoruz.
– Proje yaşama geçerse İstanbul’u nasıl bir tehlike bekliyor.
Tarım alanlarımız, mera alanlarımız, orman alanlarımız, su havlarımız, toprağımız yok oluyor. Dünya gıda krizini, iklim değişikliğini, su yönetimini konuşuyor… Yakın zamanda büyük bir kriz bekliyor bizi ve biz bunları yok ediyoruz. Bununla birlikte İstanbul’da nüfusu artırırsanız çok iyi bir geleceğin ortaya çıkmayacağını söyleyebiliriz.
– İBB olarak bir çalıştay hazırlığınız var. Biraz bilgi verebilir misiniz?
Resmi kurumları, belediyeleri, muhtarlıkları, akademisyenleri, ilgili tüm tarafları davet edeceğiz. Konuşalım, sonra kamuoyu baksın duruma. İstanbul gibi bir kenti geleceğe taşıyacaksak bu bilginin ortaya çıkması lazım ki doğru kararlar verelim. Yoksa bu şekilde bir planlama yapmak mümkün değil. Tüm vatandaşlarımızı çalıştaya ve sonrasında bu süreci takip etmeye, İstanbul’un önceliklerini bir program dahilinde belirlemeye davet ediyoruz.
DEPREM BÖLGESİNDE NÜFUS ARTIYOR
Prof. Dr. Haluk Eyidoğan, 17 Ağustos 1999 büyük Marmara depremi sonrası yapılan bilimsel araştırmaların Marmara Denizi tabanında, önümüzdeki 30 yılda, 7.0 ve daha büyük bir depremin olma tehlikesinin yüzde 65 olduğunu gösterdiğine dikkat çekti. Eyidoğan, “Bu tehlike aynı zamanda Kanal İstanbul’un maruz kalacağı deprem hasarları bakımından da önemlidir” dedi. 2019 yılında hazırlanan projenin Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporunu anımsatan Eyidoğan bu raporda yer alan haritalarda Küçükçekmece Gölü içindeki aktif faylardan bahsedilmediğini söyledi. Eyidoğan özetle şöyle konuştu:
“Araştırmalar sonucunda bir bölümü Küçükçekmece Gölü tabanında olmak üzere kuzey Marmara Denizi tabanında birçok diri fay bulundu. Küçükçekmece Gölü’ndeki bu aktif fay hatlarının, Kuzey Marmara Fayı’nın hareketine bağlı olarak orta kuvvetli depremler yaratabileceği olasıdır. 2019 yılında hazırlanan ÇED raporunda verilen haritalarda Küçükçekmece Gölü içindeki aktif faylardan bahsedilmemiştir.
Depremler doğal ve insan kaynaklı olarak ikiye ayrılmaktadır. Doğaya yapılan her türlü müdahale nedeniyle insan kaynaklı depremlerin sayısının arttığı gözlenmektedir. Büyük endüstriyel etkinlikler yeraltında doğal olarak oluşmuş gerilme dengelerini etkileyerek var olan fayları harekete geçirebilmekte, hatta yeni kırıklar yaratabilmektedir. Kanal İstanbul Projesi için kazılacak devasa çukurun kaybettiği 2.5 milyar ton yükün kalkması nedeniyle yakın çevresindeki yeryüzü ve yeraltı gerilme dengelerinin bozulması kaçınılmazdır.”
Eyidoğan, Kanal İstanbul’daki deprem riskine ilişkin şu tespitlerde bulundu:
– Kanal İstanbul’u şiddetle etkileyecek en önemli deprem kaynağı kanalın güney bölgesinden 10-12 km uzaktaki deniz tabanında yatan Kuzey Marmara Fayı’dır. Küçükçekmece Gölü içerisinde tespit edilen diri faylar ve kanal güzergâhı boyunca tespit edilen yeni fayların yaşı, aktivitesi ve uzanımları incelenmeli ve harekete geçme olasılıkları değerlendirilmelidir.
– Marmara Denizi’nde beklenen büyük deprem Kanal İstanbul güzergâhı boyunca heyelan, sıvılaşma, şev stabilitesi bozulması gibi olumsuz sonuçlar yaratacaktır.
– Kanal kazısı sırasında kaldırılacak 2.5 milyar tona yakın hafriyat nedeniyle alandaki doğal gerilme ve yeraltı gözenek basıncı dengeleri bozulacağından kanal güzergahı boyunca tespit edilen bazı fayları harekete geçirip çeşitli büyüklüklerde tetiklenmiş deprem aktivitesi yaratabilir.
– İstanbul’un güney bölgelerinin jeolojik-jeofizik yapısı nedeniyle deprem dalgaları aşırı büyümektedir. Bu büyütme değerleri yer yer 10 kat artabilmektedir.
Kaynak: Cumhuriyet