ING Araştırma Grubu Küresel ekonomik görünümü değerlendirdi. Rapora göre, dünya ekonomisi bir yol ayrımında. Tercihler makul büyüme ve ılımlı enflasyonun 2025’te de sürmesi ve sert bir resesyon arasında ayrışıyor. ING’ye göre, gelecek 3 değişkenle belirlenecek: ABD’nin resesyona doğru gidip gitmediği, Çin’in emlak pazarının akibeti ve jeopolitik gerilimlerde bir azalma görüp görülmeyeceği. İşte küresel ekonomi için iki alternatif senaryo.
İyimser senaryo: Resesyon korkusu geride kalıyor
ING uzmanları şöyle yazıyor: İyimser senaryo üç bariz yoldan gelişir. Öncelikle ABD ekonomisi, son anket verilerinden gelen olumsuz sinyallere rağmen dayanıklılığını kanıtlamaya devam ediyor. Sağlıklı kar marjları ve kurumsal bilançolar, ekonominin geçmişteki faiz artışlarının etkisini atlatmasına olanak tanıyor. İşsizlik oranı yüzde 4’e ya da altına düşerek Fed’in yüzde 4,4’lük yıl sonu tahmininin altında kalıyor. Yasadışı göç azaldıkça işgücü arzındaki büyüme duraklıyor ancak işten çıkarmalar patlak vermiyor.
Trump’ın Başkanlığı kazanması ve Cumhuriyetçilerin Kongre’yi ele geçirmesi durumunda muhtemel olan yeni vergi indirimlerinin hayat geçmesi, daha güçlü büyüme/yüksek enflasyon ortamına katkıda bulunacaktır. Seçim belirsizliğinin sona ermesi, kim kazanırsa kazansın, sabit yatırımlara kısa süreli bir destek de sağlayabilir.
İkincisi, Çin yüzde 5’i aşan yıllık büyüme oranlarına dönmeyi başarıyor. Bu, ister mali ister parasal olsun, hükümetin daha agresif teşviklerinden kaynaklanabilir veya konut piyasasının kelepirciler sayesinde köşeyi dönmesiyle olabilir. Yakın geçmişteki önlemler piyasaya olan güveni bir şekilde yeniden sağladı ve bu da zenginlik etkisi ve iyileşen güven aracılığıyla tüketici harcamalarını artırıyor.
Son olarak Orta Doğu’daki gerilimler azalıyor – ya da en azından istikrara kavuşuyor – ve/veya Ukrayna’daki savaş birçok kişinin beklediğinden daha erken barışçıl bir şekilde sona eriyor.
Özellikle Çin’den gelen güçlü küresel talebin yanı sıra daha sakin jeopolitik ortam ve Ukrayna’nın yeniden inşasına ilişkin olası beklentinin birleşimi, Avrupa (özellikle Alman) endüstrisi için büyük destek olacaktır.
Bütün bunlar merkez bankalarının büyüme konusunda daha rahat olabileceği anlamına geliyor. Faiz oranlarını düşürmeye devam edecek olsalar da, bu kesintilerin genel beklentiden daha yavaş olması muhtemel. Politika yapıcılar daha güçlü büyümenin enflasyon üzerindeki ikinci tur etkilerine karşı tetikte olmaya devam ettikçe nihai faiz oranı da beklentiyi açıyor. Faiz oranlarının başlangıçta ne kadar düştüğüne bağlı olarak bu, 2025’in ikinci yarısında çok mütevazı faiz artışlarına bile yol açabilir. Her iki durumda da bu senaryo, ABD’de %4’e, Euro Bölgesi’nde ise %3’e yakın bir nihai faiz oranı anlamına geliyor.
Aşağı yönlü risk: Petrol fiyatlarındaki ciddi artış yaygın resesyona neden oluyor
Yukarıda tartıştığımız aynı üç etken, kolaylıkla aşağı yönlü risklerin kaynağı da olabilir.
İlk olarak, son ABD verilerinin ekonomik dayanıklılığı büyük ölçüde abarttığı ortaya çıktı. İkinci olarak risk, hükümetin son teşviklerine rağmen Çin emlak piyasasındaki krizin devam etmesi. Bu durumda tüketici güveni zayıf kalıyor. Daha önce büyük ölçüde arazi satışlarına ve gayrimenkul geliştirmeye dayalı olan yerel yönetim finansmanının kuruması, ekonomik faaliyetler önünde büyük bir engel teşkil etmeye başlıyor.
Ancak küresel makro tahminlerde şüphesiz en büyük “bilinen bilinmeyen” petrol. ING emtia ekibine göre, Orta Doğu’da savaşın yayılması, Hürmüz Boğazı’nda ablukaya yol açıyor. Deniz ticaretinin durmasının açtığı arz şoku petrol fiyatlarını ikiye katlıyor.
Bu şokun enflasyon üzerindeki etkisi önemli. ABD/Euro Bölgesi’nde manşet TÜFE, yalnızca benzin maliyetleri nedeniyle yüzde 1,5-2,0 puan artacak; gıda ve diğer mal fiyatları üzerindeki dolaylı etki hesaba katıldığında ise rayından çıkacak. Hem ABD hem de Euro Bölgesi resesyona giriyor.
Büyük ekonomilerde tüketici harcamaları zayıflıyor ve imalat sanayinin hâlihazırda yaşamakta olduğu zorluklar daha da büyüyor. Trump’ın ABD seçimini kazanmasına bağlı olarak gümrük tarifelerin yükseltilmesi bu sorunları artırır.
Merkez bankaları bir ikilemle karşı karşıya kalıyor: Petrol fiyatlarındaki yükselişi göz önünde bulundurarak talebi desteklemek veya fiyat şokunun ikinci tur etkileri dengelemek için oranları yüksek tutmak. Geçtiğimiz birkaç yılın deneyimi, politika yapıcıların ikincisini tercih edebileceğini gösteriyor.
Bir sonraki aşamada büyük ekonomilerdeki durgunluğun yaygın işten çıkarmalara ve ABD/Avrupa işsizlik oranlarında artışa neden olduğu varsayılırsa Merkez Bankalarının duruşu hızla değişebilir. Daha yüksek merkez bankası faiz oranları giderek savunulamaz hale gelecek ve bu da sonuçta ikinci bir faiz indirimi dalgasına neden olacak.
Beklenmeyen bir durgunluk, başlangıçta yüksek merkez bankası faizleriyle birleştiğinde, kamu maliyesinin iyice darboğaza girmesi anlamına gelebilir. Devlet tahvili getirileri yükselirken, potansiyel olarak Avrupa’da daha geniş spreadlere (faiz makaslarına) işaret ediyor. Bu, Euro bölgesi ekonomisine ek bir zorluk katmanı daha ekleyecektir.
Kaynak: How things can go wrong or right – For the global economy