İklim değişikliği bugün gezegenimizin karşı karşıya kaldığı en büyük ve en acil önlem alınması gereken problemlerin başında gelmektedir. Bu bağlamda etkili ve çabuk bir eyleme geçemediğimiz takdirde karşı karşıya kalacağımız riskler gün be gün artmaktadır. İklim kaynaklı doğal afetlerin ve aşırı iklim olaylarının yıkıcılıklarının arttığına, daha fazla sıklıkta gözlemlenmeye başladığına tanık olduğumuz günlerden geçmekteyiz. Bu konuda araştırmalar yürüten Aon şirketinin hazırladığı “Hava, İklim ve Afet Öngörüsü” Raporuna göre, 2021 yılı küresel doğal felaketlerin 100 milyar dolardan fazla hasara mal olduğu altıncı yıl olarak gerçekleşmiş olup, bu altı yılın tamamı da 2011 yılından bu yana meydana gelmiştir. Dolayısıyla gezegenimizin doğal varlıklarını kaybetme riskinin yanı sıra, ekonomik olarak da çok ciddi bir riskle karşı karşıya durumdayız. Ancak iklim değişikliğinin maliyetlerini el alırken yalnızca geçmişte neden olduğu kayıp ve zararlara bakmak ve gelecekteki maliyetleri göz ardı etmek bizi yanlış yönlendirecektir. Bu nedenle bahse konu riskin gerçekten ne ölçüde olduğunu görebilmek adına iklim değişikliğinin son dönemde neden olduğu ve onunla mücadele etmemenin maliyetlerini genel boyutlarıyla ortaya koymak yarar sağlayacaktır.
2021 YILINDAKİ RAKAMLAR KORKUTUCU BOYUTLARDA
Geride bıraktığımız 2021 yılı için Aon tarafından hazırlanan rapora göre atmosfere bağlı olayların neden olduğu olaylar olarak tanımlanan ve yalnızca aşırı hava ile iklim değişikliği kaynaklı olayların sebep olduğu ekonomik maliyet 329 milyar doları bulmuştur. Bir diğer araştırmayı gerçekleştiren Christian Aid isimli kuruluşunun yayımladığı rapora göre ise dünyadaki aşırı hava olayları sıralandığında en yıkıcı olan hava olaylarının iklim değişikliğinden kaynaklandığı görülmekte olup, bu olaylardan ilk on sıradakilerin neden olduğu hasar yalnızca 2021 yılı için 170,3 milyar dolar olarak hesaplanmıştır. Aynı çalışmada ABD’de çok büyük yıkıma neden olan IDA kasırgasının tek başına yaklaşık 65 milyar dolarlık bir maliyete neden olduğu, temmuz ayında Çin’in Henan eyaletinde meydana gelen sellerde 300’den fazla kişinin öldüğü ve 17 milyar dolardan fazla maliyete yol açtığı, Avrupa’daki sellerin 240 kişinin ölümüne ve 43 milyar dolarlık ekonomik hasara sebep olduğu, diğer aşırı hava olaylarının her birinin ise ardında yaklaşık 1,5 milyar dolarlık hasar bıraktığı bulgusuna erişilmiştir. Öte yandan, bu tahminlerin çoğu yalnızca sigortalı kayıplara dayanmaktadır. Bir diğer deyişle 2021 yılında gerçekleşen aşırı hava olaylarının verdiği gerçek finansal maliyetlerin bu rakamlardan daha da yüksek olması muhtemel gözükmektedir.
Güncel bir diğer çalışma ise Avrupa Çevre Ajansı (AÇA) tarafından yayınlanmış olup, rapora göre geride bıraktığımız 40 yıl süresince aşırı hava ve iklim olaylarının neden olduğu ekonomik kayıplar 450 ila 520 milyar avro arasında değişiklik göstermiş, bu olaylar 85 bin ila 145 bin kişinin hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Bu dönem boyunca en fazla ekonomik kayıp sırasıyla, Almanya, Fransa ve İtalya’da gerçekleşmiştir. Toplam kayda geçirilen ekonomik kayıpların yalnızca %23’ünün sigortalanmış olması ise dikkat çekici başka bir bulgu olarak paylaşılmaktadır.
Aon tarafından yayımlanan raporda ayrıca Türkiye’nin 2021 yılında yaşadığı hava ve iklim kaynaklı afetlerin maliyet tahminleri de paylaşılmıştır. Rapora göre geride bıraktığımız yılda taşkınlar sonucunda 400 milyon dolara yakın ekonomik kayıp meydana gelirken, orman yangınları sonucunda 290 milyon doların üzerinde bir maliyet ortaya çıkmıştır.
Görüldüğü üzere iklim kaynaklı hava olayları geçtiğimiz yıl başta olmak üzere son yıllarda doğal mirasa ve gezegenimizin yaşam koşullarına verdiği hasarın yanı sıra çok ciddi ekonomik kayıplara da neden olmuştur. Bu bulgular bile acil eyleme geçmemiz konusunda yeterli olacak düzeyde olmakla beraber, önlem alınmaması durumunda karşılaşacağımız tabloya yönelik birkaç analizi de paylaşmak önem arz edecektir.
“HEMEN HAREKETE GEÇMEZSEK MALİYETLER KATLANACAK”
Paris Anlaşması’yla birlikte ülkelerin üzerine uzlaşmaya vardığı; küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi döneme göre 2oC’nin altında tutma hedefinin yalnızca bir anlaşma maddesi olmadığını, bunun insanlığın ve gezegenimizin yaşanabilir koşullarda kalmaya devam edebilmesi için bir mecburiyet olduğunun farkına varmamız gerekmektedir. Buna ek olarak eğer bu hedefe ulaşamazsak pek çok ülke için ekonomik çıkmazların yaşanması ihtimalini de göz önünde bulundurmamız artık kaçınılmaz bir hale gelmiştir.
Bu çerçevede farklı küresel sıcaklık artış senaryolarına göre modellemelerde bulunan Swiss RE şirketinin yayımladığı raporda, ülkeler Paris Anlaşması hedefini temin etmeyi başarırlarsa, yüzyılın ortasına kadar ekonomik kayıplar önemsiz olarak nitelendirilebilecek düzeyde gerçekleşme olasılığına sahip bulunmaktadır. Öte yandan Swiss RE bu senaryonun oldukça güç olduğunu, mevcut gidişatın sürmesi halinde küresel sıcaklık artışının 2050 yılı itibarıyla 2,6oC’ye varacağını hesaplamakta olup, bu durumun gerçekleşmesi halinde ABD’nin 2oC hedefine uyulan senaryoya göre %7 daha az büyüyeceğini ifade etmektedir. Benzer durumun Kanada, İngiltere ve Fransa gibi diğer gelişmiş ülkeler içinde geçerli olduğunun belirtildiği rapora göre bu ülkelerin de %6 ila %10 arasında daha küçük bir büyüme kaydedeceklerinin öngörüldüğü belirtilmektedir. Benzer bir analizi ABD için yürüten Deloitte, iklim değişikliği konusunda alınan önlemlerin yetersiz kalması durumunda önümüzdeki 50 yıl içinde ABD ekonomisine 14,5 trilyon dolarlık bir maliyetin ortaya çıkacağını, bu ölçekte bir ekonomik kaybın, GSYİH’nın yaklaşık %4’üne veya yalnızca 2070 yılında 1,5 trilyon dolara eşdeğer olacağını hesapladıklarını raporlamıştır.
Bu tablo sadece gelişmiş ülkelerle de sınırlı kalmamaktadır. Swiss RE’nin analizinde küresel sıcaklık artışı 2oC ile sınırlandırılsa dahi Malezya, Filipinler ve Tayland’da ekonomik büyüme rakamlarının 2050 yılı itibarıyla beklediklerinin %20 altında gerçekleşeceği gibi korkutucu gibi tablo paylaşılmaktadır. Sıcaklık artışının 3,2oC’ye kadar vardığı senaryoda ise bu rakamların %33’lere kadar çıkması beklenmektedir. İlaveten bu senaryonun gerçekleşmesi halinde, mevcut beklentilere kıyasla Endonezya’nın %40, Hindistan’ın ise %35 daha az büyüme rakamlarına sahip olacağı tahmin edilmektedir. Şüphesiz bunun altında yatan sebep coğrafi konumları sebebiyle daha yüksek sıcaklık seviyelerine maruz kalan, ancak altyapılarını ve ekonomilerini bu doğrultuda adapte etme konusunda daha az yeteneğe sahip yoksul ülkeler için sonuçlar çok daha vahim olacaktır. Dolayısıyla uluslararası iklim değişikliği müzakerelerinde sıklıkla dile getirildiği ve bilimsel araştırmalarda öngörüldüğü üzere tüm ülkeler olarak 2oC hedefinin ötesine geçip 1,5oC hedefine ulaşmak için çaba sarf etmemiz özellikle gelişmekte olan ülkeler için çok daha fazla anlam ifade etmektedir.
TÜRKİYE OLARAK ÖNLEMLERİMİZİ ALIYORUZ
Danışmanlık firması McKinsey, 2050 yılı itibarıyla net sıfır emisyon hedeflerine ulaşılması için hükümetlerin, işletmelerin ve bireylerin enerji ve arazi kullanım sistemlerine yaptıkları toplam küresel harcamayı yıllık 3,5 trilyon dolar kadar bir miktarda arttırmaları gerektiği bulgusunu kamuoyuyla paylaşmıştır. Rakamların detaylarına bakıldığında bu miktar günümüzde gerçekleştirilen yatırımın miktarının %60 fazlasına işaret etmektedir. McKinsey’in hesaplarına göre ayrıca 1 trilyon dolarlık bir miktarın da yüksek emisyonlu varlıklardan düşük ve sıfır emisyonlu varlıklara yeniden tahsisi gerekmektedir. Özetle 2050 yılına kadar net sıfır emisyon hedefine ulaşabilmek için, küresel ekonomide köklü bir dönüşümün gerçekleşmesi gerekmektedir.
Bu bilinçle ülkemiz, Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde 2053 yılı net sıfır emisyonu hedefimiz doğrultusunda hızla çalışmaktadır. Bahsettiğimiz küresel dönüşümde diğer ülkelere örnek olacak şekilde Türkiye, Yeşil Kalkınma Devrimi’ni başarıyla uygulamak konusunda son derece kararlıdır. Bu kapsamda uzun dönemli iklim değişikliği stratejisi ve eylem planına ek olarak uzun vadeli enerji stratejilerimizi oluşturacak, yenilenebilir enerjiye verdiğimiz önemi göstereceğiz. Şehirlerimizde enerji verimliliği uygulamalarını daha da artıracak, kentsel ulaşımın elektrifikasyonunu sağlayacak, sanayide karbon yoğun sektörlerin dönüşümü için stratejiler oluşturacak, döngüsel ekonomi alanında adımlar atacağız. Yakın zamanda çıkartacağımız İklim Kanunu ile iklim değişikliğiyle mücadeleyi yasal mevzuatımıza alacak, ulusal karbon fiyatlandırma mekanizmamızı yürürlüğe koyacak, sektörlerimize yeşil üretim yapmalarını destekleyecek finansal teşvikler sunacağız. Bu ve benzeri politikalar aracılığıyla önümüzdeki süreçte ülkemizin büyümesinin ve kalkınmasının önünde engel teşkil edebilecek iklim değişikliği kaynaklı maliyetlerin en aza indirilmesi için tüm gayretimizi sergileyeceğiz. Ayrıca bahse konu politikalarımız hayata geçirilirken tüm paydaşlarımızla etkin bir iletişim halinde olacağız. Nitekim başarıyla gerçekleştirmiş olduğumuz İklim Şurası da göstermiştir ki başta gençlerimiz olmak üzere tüm halkımız, kamu kurum ve kuruluşlarımız, iş dünyamız, akademisyenlerimiz ve sivil toplum örgütlerimiz iklim değişikliği problemiyle mücadele edebilmek adına ellerinden gelen çabayı göstermekte son derece istekli olup, devletimizin politikalarına sonuna kadar güvenmektedirler. Bu noktada gezegenimizin doğal mirasına ve ekonomilerimize daha fazla zarar vermemek bizim elimizdedir ve hepimizin ortak çabalarıyla başarı gerçekleşecektir. Neticede, taraflı tarafsız herkes farkında olmalıdır ki gidecek başka dünya yok!