İsviçre merkezli hava kalitesini ölçen teknoloji şirketi, ‘2020 Dünya Hava Kirliliği Raporu‘nu yayımladı. Buna göre, 106 ülkeyi kapsayan raporda Türkiye, 46. sırada yer aldı. Yapılan çalışmada, metreküp başına düşen parçacıklı madde yoğunluğu 0 ile 12 arasında olan ülkeler temiz havaya sahip. Türkiye’de ise metreküp başına düşen parçacıklı madde yoğunluğu 18.7 olarak ölçümlendi.
Uzmanlar, hava kirliliğinin, insan sağlığı başta olmak üzere birçok olumsuzluğunun yanı sıra tarihi eserlere de büyük zararlar verdiğini vurguladı. Kirli havanın yapıları her geçen gün biraz daha kirleterek yıprattığı tarihi binaların sonunu hızlandırdığı kaydedildi.
‘Patlayarak hasar görürler’
Sanayi devriminin başlangıcından bu yana havadaki asidin arttığını ve yağmurla beraber seyreltilmiş sülfürik asit olarak yapıların üzerine düştüğünü dile getiren mimar Dr. Sinan Genim, “Geçmişe göre yüksek boyutlara ulaşan hava kirliliği, yapılara zarar veriyor. Eser hangi malzemeden yapılırsa yapılsın bu kirlenme zamana karşı mukavemetini giderek azaltıyor. 16 ve 17. yüzyılda inşa edilen binalar, Bademli’den çıkarılan ve içerisinde deniz canlılarının fosillerinin olduğu taşlarla yapılıyordu. Külfeki denilen bu taş, dış şartlara daha dayanıklı ve su emme oranı yüksek. Sonraki dönemlerde kullanılan Pınarhisar ve Kandıra taşları daha yumuşak olduğu için asit yağmurunun yanı sıra kışın suyun donduğu zamanlarda da patlayarak hasar görürler” dedi.
Zaman içinde eserlerin onarılması gerektiğine değinen Dr. Genim, “Son zamanlarda tahribi hızlandıran işlerden bir tanesi de yapıların sıvalarının soyulması. Sıva insanın derisi gibi koruyucu katmandır. İki senede bir badanayla boyanır. Son zamanlarda restore edilen Beylerbeyi, Dolmabahçe ve Çırağan Sarayı gibi yerlerde daha değişik malzemeler kullanıldı. Binaların cepheleri rengarenk hale geldi. Her sene uğraşmamak için yağlı boya ile sıvama yapılınca eserin nefes almasını engellediler” diye konuştu.
‘Dünyada da benzer örnekleri var’
Yapıların soyulmasıyla tarihi eserlerde yaşanan tahribatın daha da arttığını vurgulayan Sinan Genim şöyle devam etti:
“Hava kirliliği dünya eserlerine zarar veriyor. İtalya’da Davut Heykeli tabiat şartlarından zarar gördüğü için replikasını yaptılar. Notre Dame Katedrali ve Duomo di Milano bu kirlilikten daha fazla etkileniyor. Yumuşak taş heykel yapmaya daha müsait. Beyaz mermerler kabuklanır. Çevre şartlarından dolayı eserlerin birçoğu müzelere alındı. Bizde, yapı tümden harap olup kullanılmaz hale gelinceye kadar bir onarım ekibi yok. Meslek hayatımın başlarında ekipler vardı. Eserlere periyodik olarak bakarlardı. Eserle ilgili ufak bir sorun olduğunda direk müdahale ederlerdi. Restorasyon ve onarım faaliyetleri mimarlık ötesi daha üst düzeyde bir faaliyettir. Modern mimari ve modern malzeme kullanışlarını bilmeden restorasyon yapıyorum diye ortaya çıkan insanların sonuçları beni ürkütüyor.”
‘Yağmur suyu ile birleşen egzoz gazı tarihi eserlere zararlı’
Artan hava kirliliğinin insan sağlığı kadar tarihi eserleri de olumsuz etkilediğini söyleyen İstanbul Aydın Üniversitesi Mimari Restorasyon Program Başkanı Öğretim Üyesi Dr. Fatma Sedes, “Trafiğin artmasıyla birlikte egzoz dumanları olağandan daha fazla yayılmaya başladı. Özellikle yağışlı bölgelerde yağmur suyuyla birleşen bu gazlar, karbonat oluşumlu olan taş ve mermer tarihi eserlerde büyük zararlara yol açmakta. Taşın bünyesindeki oluşumları değiştiriyor. Eserlerin yüzeyinde kabuklanma, tuzlanma, çiçeklenme ve bünyesini zayıflatma ile renk değiştirmelere neden oluyor. Eserlerde kararmalarla birlikte kırmızı ve yeşil renklenmelerde meydana geliyor. Kısacası, yağmurla birleşen egzoz dumanı, taş yüzeylerde olumsuz etkilere neden olmaktadır. Tarihi eserlerin zarar görmesini en aza indirgemek için trafiğin azaltılması gerekiyor” dedi.
‘Patina tabakası yok edildiğinde kirlenme hızlanıyor’
Kültür mirasımızın bir parçası olan tarihi yapıların, kirlenme, kabuklanma ve estetik ile dayanıklılık açısından gelecek nesillere aktarımının engellenici boyutlara ulaştığına dikkati çeken, Fatma Sedes, “Çevresel etkiler azaltılarak tarihi eserlerimizi koruyabiliriz. Doğa, taşın kendisini koruyabilmesi için zaman içinde patina dediğimiz bir yüzey oluşturuyor. Aşırı kumlama ve püskürtülen sular patina dediğimiz tabakayı da yok ederse ilerdeki yıllarda kirlenme daha da hızlı olacaktır. Patina yüzeyinin kaybolmamasına dikkat etmek gerekiyor. Suya karşı dayanıksız olan taşlarda asla su ile temizleme tavsiye etmiyoruz. Daha az zarar veren yöntemlere başvuruluyor. Lazer veya kuru buz ile temizleme yöntemleri kullanılabilir” ifadelerini kullandı.
‘İnsan gibi tarihi eserlerde nefes alıyor’
Anadolu’daki kültür katmanlarının büyük zenginliğine değinen Dr. Sedes, “Sayısız ölçüde kervansaray, medrese, çeşme, hamam ve sivil mimari örneklerimiz var. Haliç kıyısı, Fener ve Balat civarında olan yapılar, Karaköy Bankalar Caddesi’ndeki bazı iş hanları tehdit altında. Nusretiye Camii, hava kirliliğinden dolayı aşırı derecede kararmıştı. Restorasyonla birlikte hava kirliliğinin neden olduğu durum ortadan kalktı. Temizlik yapıldıktan sonra tarihi eserlerin kirlenmemesi için bir madde geliştirdiklerini ileri sürmelerine rağmen henüz belirtilen maddenin sağlıklı olup olmadığı bilinmiyor. İnsan gibi tarihi eserlerde nefes alıyor. Eğer o nefesi kesen bir malzeme kullanılırsa içerden çatlaklar oluşmaya başlıyor” değerlendirmesinde bulundu.