Pratik yapmak ve bilim yapmak arasındaki en temel fark, bilimle uğraştığınızda bir şeyin neden öyle olduğunu bulmaya çalışmanızdır. Örnek vermek gerekirse, özkütle kavramını bilmeden gemi yapıyorsanız pratikten faydalanıyorsunuz demektir. Özkütle kavramını çözdüğünüzde, atıyorum “Akçaağaç ağır olur gemi yapılmaz” demeyi aşıyor, metalden devasa makineler inşa edebiliyorsunuz.
Bir diğer önemli özelliği ise doğrulanabilirliği olan bilim de her zaman en doğru cevapları vermez. Bazen bir açıklama, başka bir deney tarafından çürütülebilir. Her teze karşılık bir anti-tez geliştirilir ve en son ortaya yeni, daha doğru bilgiler çıkar. Pisa Kulesi Deneyi de bu durumun örneklerinden biri.
Galileo, sal gelsin babacım
Galilei Galileo’nun yapıp yapmadığı tartışılsa da büyük üne kavuşmasını sağlayan bir deneyi vardı. 1589 ve 1592 yılları arasında yaptığı söylenen bu deneyde ünlü bilim insanının, eğri duruşuyla bilinen Pisa Kulesi’nin tepesinden aşağı iki gülle attığı söyleniyordu. Bu gülleler altın ve kurşun karışımıydı. Güllelerdeki oranlar ise farklıydı.
Galileo genellikle “Dünya dönüyor” dediği için yakılarak idam edilmesiyle biliniyor olsa da çok önemli bir isimdi. Teleskopu da o bulmuştu. Özellikle geçmişten gelen kalıplaşmış görüşleri kurcalıyor ve bazılarının da çürütülmesine önayak oluyordu.
Bu teorilerden biri de kütle çekim teorisi idi. Kendisinden yaklaşık 2000 yıl önce Aristo’nun ortaya attığı kütle çekim kuramını test etmek istiyordu. Bu noktada önce düşünsel bir deney geliştirdi. Buna göre elinde farklı ağırlıklara sahip olan iki cisim bulunması gerekiyordu.
Hepsini toplayınca hiç olmadı
Aristo’nun kütle çekim kuramı oldukça basittir: Daha ağır cisimler daha hızlı düşer. Yani bir altın külçesini ve bir kuş tüyünü atarsanız önce altın külçe düşecektir. Kurşun ve altın karışımları, yapılarına göre farklı zamanlarda yere çarpacaktır. Galileo’nun sorusu ise bir adım sonrasına geçmekle ilgiliydi.
Teknik olarak iki topu birleştirdiğiniz zaman daha ağır bir cisim elde ediyorsunuz. Bu durumda birleşik cismin en hızlı düşüşü gerçekleştirmesi lazım ancak öyle olmuyor. Düşüş süresi, cisimlerin ayrı ayrı düşüş sürelerinin arasında bir yerde oluyor.
Akla ilk gelen açıklama özkütle olsa da özkütle aslında değişkenlerden yalnızca biriydi. Esas etkili olan etmen hava sürtünmesiydi. Bu durumun bir deneyle kanıtlanması için ise Galileo’nun ölümünden sonra tam 329 yıl beklemek gerekecekti.
Ay’da yapılan deneyle Galileo haklı çıktı
Takvimler 2 Ağustos 1971‘i gösterdiğinde Apollo 15 Ay’da göreve başlamıştı. Apollo 15’in komutanı Dave Scott, Galileo’nun deneyini Ay’ın havasız ortamında bir çekiç ve bir tüyle tekrar etti. Scott’ın aynı anda elinden bıraktığı cisimler, açık hava direnci olmadığı için eşzamanlı olarak yere çarptı. Deneyin videosunu yukarıda izleyebilirsiniz.
Bu olguyu aslında kendiniz de kolayca test edebilirsiniz. Bunun için tek gereken ise bir şemsiye aslında. Şemsiyeyi önce kapalı olarak, sonra da açık olarak yüksek bir yerden bırakın. Aynı şemsiye ve aynı ortam olmasına rağmen arada dramatik bir fark olacaktır.
Peki açık hava sürtünmesi olmasaydı ne olurdu? Böyle bir bilimsel çalışma yapamazdık zira her yağmur yağdığında, gezegen üzerindeki yaşam formları delik deşik olurdu. Biraz kanlı bir son ama yapacak bir şey yok. (Atmosfer olmadan yağacak yağmuru nereden bulduğumu bilmiyorum ama.)