* Bu kaçıncı Ayasofya?
Ayasofya ilk defa İmparator Konstantinos tarafından yaptırılır, çatısı ahşaptır. Arkadios’un ve Eudoksia devrinde çıkan bir ayaklanmada yakılır (404).
İmparator II. Theodosios tarafından inşa ettirilen bazilika da maviler yeşiller geriliminde ortadan kaldırılır (Nika İsyanı – 532).
Ve Justinianos devrin ünlü mimarlarından Miletli İsidoros ile Aydınlı Anthemios’a mevcud binayı yaptırır.
* Taşlar İstanbul’dan mı çıkarılır?
Hayır. Marmara Adası, Kuzey Afrika ve Eğriboz’dan taşınır. Efes, Aspendos, Baalbek ve Tarsus’taki antik sütunlar yağmalanır.
* Katolikler Ayasofya’ya hürmetkar mıdır?
Aksine pek hoşlanmazlar. IV. Haçlı seferinde Ayasofya’yı resmen soyarlar (1204). Latinler mabet içinde katır keser, dansöz oynatır. Fransız fahişe mihraba çıkar. Ortodoks rahibeler tecavüze uğrar.
Başta altın perdeler olmak üzere para edecek ne varsa çalınır, mekana sokulan hayvanlarla İtalya’ya taşınır. Rumlar şehri tekrar ele geçirdiklerinde (1261) Ayasofya perişandır.
* Fatih büyük bir cami yaptırabilirdi. Ayasofya’yı niye kilise olarak bırakmadı?
İslam orduları kuşattıkları beldeye önce sulh teklif eder. Teslimi kabul eden yine eskisi gibi yaşar, hayatında bir değişiklik olmaz. Kiliselerine manastırlarına dokunulmaz. Lakin silah çeken, askerimizi şehit eden bedel öder. En büyük kiliseleri camiye çevrilir, ki “kılıç hakkı” denir buna. Rumlar Ayasofya’nın cami yapılmasını göze alır, neticesine katlanırlar. Hristiyanlar da Atina’da Akropol’ü ele geçirince kilise yaparlar.
* Osmanlılar ona ne kattılar?
Bir kere Ayasofya statik olarak sıkıntılı bir mekandır. Defalarca çöküntüler yaşar. Bina ancak Mimar Sinan’ın elinden geçtikten sonra güven vermeye başlar. Minare kaideleri payanda olur, kubbeyi yerinde tutar.
Osmanlılar Ayasofya’yı külliyeye çevirir. Mektep, hamam, şadırvan, muvakkithane, kütüphane, fırn, aşevi ekler, türbeler yaparlar. Medresesi çok itibarlıdır, Molla Hüsrev, Müderris Feramürz, Ali Kuşçu gibi hocalar ders verir, mezunları önemli kademelere getirilir. Padişah ve vezirler teravihlerini orada kılar, kandilleri orada idrak etmeye çalışırlar. Ramazanlar çok canlı geçer, İstanbullular Kadir Gecesi, Ayasofya’da toplanır.
* Külliyenin tamir ve bakımı nereden karşılanır?
Ayasofya vakıftır. Fatih, külliye için nice ev, dükkan, menzil, değirmen, han, hamam, bedesten bağışlar. Her yıl 36.500 altın florin (trilyonlarca lira) harcanır, bina daima bakımlıdır.
Ayasofya Türk ahşap, çini, mermer sanatının zirve eserleri ile süslenir. Ünlü hattatlar (Kazasker Mustafa İzzet Efendi, II. Mahmud Han) levhalar yazar, kubbeleri kandillerle donatırlar. Mihrap, minber, müezzin mahfilleri, vaaz kürsüsü ve maksureler eklenir ayrıca.
* İşgal güçleri Camiye girdi mi?
Mondros Mütarekesi ile Cihan Harbi sona erer ve İtilaf devletleri İstanbul’a ayak basar (Kasım 1918). Nasıl Kudüs-ü şerif İngiliz işgaline uğradığında Almanlar (müttefiktik güya) sevinç naraları attılarsa, yerli ruhaniler de gider düşmanı kutsar. Ermeni ve Rumlar “biz turist rehberiyiz” diye camiye sokulmaya çalışırlar, gider işgal komutanından izin alırlar. Vahdeddin Han hususi muhafızlarını Ayasofya’ya yollar, “çan takmaya kalkanlara çekinmeden ateş açın” der, “korkmayın ben varım arkanızda!”
Nitekim yağmurlu bir günde Fransız birliği gelip kapıya dayanır. Mehmetçik süngü ile yollarını keser, adım attırmaz. İki makinelinin namlusu üzerlerine doğrulunca tutulup kalırlar. Tevfik Bey “Burası cami” der, “Lütfen dışarı arkadaşlar!” Fransız subay sorar: Siz asker değil misiniz? Tahliye emrine uymak zorundasınız o zaman.
-Evet, ben askerim. Zaten onun için sağ kaldıkça sizi bu kapıdan sokmayacağım! Binaya tahrip kalıpları yerleştirdim, yıktırmayın bana!
Ne İstanbul alelade bir şehirdir, ne de Ayasofya herhangi bir cami. Bunu yabancılar da anlar sonunda.
* Külliyenin tapusu kimde?
İşgal günlerinde bile müminleri ağırlayan Ayasofya 1 Şubat 1935’de müze yapılır. Halbuki 1936 tarihli tapu senedi “57 pafta, 57 ada, 7. parselde Fatih Sultan Mehmed Vakfı adına Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseden oluşan Ayasofya-i Kebir Camii adına kayıtlıdır.”
* Müze fikri kimden çıkar?
Kararnamedeki imza M. Kemal’in iki gün evvel attığından tamamen farklıdır. Yazı uzmanı Vahram Çerçyan “kesinlikle sahte” demekten kaçınmaz. Kaldı ki Karar, Resmi Gazete’de yayımlanmaz, Kanunlar Külliyatında yer almaz. Hukuken geçersizdir, kimseyi bağlamaz.
İmam ve müezzin kadrosu da eskisi gibi durmaktadır, maaş almaya devam ederler o yıllarda.
* Evrakta sahtecilik mi?
Usulsüzlük olduğu aşikar. Ayasofya ile ilgili kararnamenin sayısı 1.589. Halbuki bundan iki gün önceki evrakta 1.606 sayısı var. Geriye dönüp araya almak hukuki değil. Kaldı ki, yazı iki sayfa ve antetleri başka başka. Gazi Mustafa Kemal 2.587 No.lu kanunla ‘Atatürk’ soyadını almıştır. Soyadı yazan imzasını 27’sinden önce kullanamayacağına göre tertip ortada. M. Kemal’in böyle şaibeli yollara ihtiyacı yoktur, çünkü o gün itiraz edebilecek bir merci bulunmaz karşısında.
* Medrese ne oldu peki?
Fatih devrinde yapılan medrese zamana yenilir. Abdülmecid Han zamanında yaptırılan ve mimari değeri olan bina ise Müzeler Müdürü tarafından yıktırılır.
Bir memur bunu kendi başına yapamayacağına göre VI. İnönü Hükümeti olmalı arkasında.
CEVAPSIZ SORULAR
M. Kemal’in doğup büyüdüğü Selanik’te 1912 öncesi 83 cami vardı, bugün iki tane kaldı, onlar da metruk ve ibadete kapalı. Yunanistan burada benim dediğim olur derken, Ali Rıza Bey’in kabir taşını bile kırıp yok ederken, İstanbul’da Türk’ün arzusu olmasın mı? Mütekabiliyet bunu mu gerektiriyor?
1931 yılında Türkiye Cumhuriyeti oturmuş tanınmıştır, Yunanistan gibi küsürat bir ülkeye jest yapma ihtiyacı mı vardır?
“İstanbul artık Türklere bırakılamaz” sözünün sahibi Amerikalı Charles Richard Crane Tokatlıyan Otelinde kimlerle buluşur, Ayasofya hakkında neler konuşulur?
Th. Whittemore, Bizans Enstitüsünü niye kurar? Konstantinapol’ü ihya peşinde olduğunu söylemesine rağmen niye takibe alınmaz? Arkeolog vasfı yok iken cami nasıl ona teslim edilir? Ajanlığı ve ahlaki zaafları bilinen bu karanlık şahıs İstanbul’da nasıl da fütursuzca dolanır?
Dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Joseph C. Grew işin neresindedir?
Ve gelelim hadisenin bir başka yanına. Türkler sanatsever bir millettir, tamam. Ancak haç ve ikona olmamak şartıyla. İnancımıza göre o suretler şirktir. Fetih ordusu bunlarla mücadele için girmemiş midir İstanbul’a.
Mermerlerdeki haçları bile kazıyan bir muvahhidin, putperestliğe çanak tutan resimleri bırakması mümkün müdür?
Ki, bunlara ikona kırıcı Hristiyanlar dahi tahammül edemez, ortadan kaldırırlar, 845 yılına kadar Ayasofya’da tek resim bulunmaz.
XVII. asırda İstanbulu gezen Pietro della Valle, Stochove, De Montconys, Thevenot, Tafferner, Smith, De Bruyn, Du Mont gibi seyyahlar mozaiklerin “yüzlerinin silik olduğunda” müttefiktirler. (Bertrand de la Borderle, Lyon 1542 / J. Ebersolt; Constantinople byzantine et les voyageurs du Levant. Paris 1918)
Whittemore’un İtalya’dan Gregorini ve Benvenuti adlı mozaik ustalarını get
rdiğini biliyoruz. Bunlar silinen suretleri yeniden mi yapar? Cami bunun için mi kapalı kalır?
Eğer öyle ise Bizans’ta olmayan seramik ve boyaları kullanmanın, antik surları hazır betonla yenilemekten ne farkı var?
İstanbul gibi rutubetli ve zelzeleli bir şehirde sıvalar dökülebilir. İyi de bunlar zemin mi seçti? Niye hiç yüze göze gelmediler de hep eteklerde paçalarda dolandılar?
Anlatılanlara göre Osmanlı sıvasının mozaiklerin üstünde olması lazım. Halbuki bazı yerlerde mozaik bariz bir şekilde kabarık, sıva daha aşağıda. (Okuyucularımızdan gelen fotoğraflar var)
Peki mozaik bulacağız diye yok edilen tezyinat tarihi eser değil mi? O güzelim kalem işlerini hırpalamaya hakları var mıdır?
İRFAN ÖZFATURA