TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu, 30 Ekim depreminden sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından emsal artışına yönelik 5. İdare Mahkemesi’nin verdiği yürütmeyi durdurma kararına ilişkin açıklamada bulundu.
TMMOB İl Koordinasyon Kurulu Dönem Sekreteri Aykut Akdemir tarafından okunan açıklamada, mahkeme kararı hatırlatarak emsalin uygulanması halinde telafisi güç ve imkansız zararlara sebebiyet verebileceği belirtildi.
“BU ARTIŞLA İZMİR’E İHANET EDİLMİŞTİR”
Parsel bazında yüzde 20, ada bazında yüzde 30 verilen emsal artışının teknik olarak tartışılacak bir tarafı bulunmadığının altı çizen Akdemir, “Alınan karar ile birlikte getirilen emsal artışları ile toplamda mevcuda ek yüzde 50-60 bağımsız birim artışına gidilmiş ve dolayısıyla nüfus artışı yapılmış, yapılan bu artış ile açıkça “İzmir`e ihanet” edilmiştir. Üstelik yapılan bütün bu artışlar jeolojik-jeoteknik etüd verileri plan kararlarına yansıtılmadan yapılmıştır. Bu kararın altına imza atan belediye başkanları ve meclis üyeleri herhangi bir bilimsel çalışmaya dayanmadan kentimizde yaşanması muhtemel afetleri, felakete dönüştürecek bir suç işlemişlerdir. Bu kararın altında imzası bulunanların, İzmir`de trafik sorunu olduğundan, koku sorunu olduğundan, altyapının yetmediğinden bahsetmeye ve doğabilecek bir zarar halinde doğal afeti gerekçe göstermeye hakkı yoktur, çünkü bizzat sorumludurlar” diye konuştu.
“İKTİDARIN POLİTİKALARINDAN FARKI BULUNMAMAKTA”
Tamamen mali koşullara dayalı, kent bütününü ve kentin uzun vadeli çıkarlarını gözetmeden yapılan emsal artışı ile depremin etkilediği bölgede yeni konut inşa etmeye dayalı yaklaşımın, bilimsellikle, kamucu yaklaşımla uzaktan yakından ilişkisinin olmadığını aktaran Aykut Akdemir, “İzmir, bugün için yoğun trafik problemine ilave olarak küresel iklim değişimine bağlı su ve enerji gibi problemleri yakın gelecekte yaşayacak illerimizin başında gelmektedir. Hal böyle iken; emsal artışları ile planlama, mimarlık, mühendislik disiplinlerinin her birini göz ardı eden, deprem bölgesindeki mülkiyet sahiplerini ve kenti ana aktörün müteahhit olduğu piyasa koşullarına teslim eden Belediye Başkanları ve Meclis Üyelerinin, 11.10.2021 tarihinde Büyükşehir Belediye Meclisinde almış oldukları karar, açıkça bir kent suçudur. Bu karar açık şekilde piyasacı bir yaklaşımdır ve iktidar partisinin 20 yıldır kentsel alanda uyguladığı politikalarından hiçbir farkı bulunmamaktadır” dedi.
“SESSİZ KALMAK SUÇA ORTAK OLMAK ANLAMINA GELİR”
“İşte tam da bu nedenlerle işlenen suçun karşısında sessiz kalmamız, suça ortak olmak anlamına gelecektir” diye devam eden Akdemir, “Toplumcu ve kamucu çözümler yaratmak yerine, TMMOB’u İzmirlilerin vicdanına havale ettiklerini söyleyenleri, vatandaşları otobüslerle meslek odalarının önüne taşıyıp hedef gösterenleri, meslek odalarını gizli ittifakın parçası olmakla suçlayanları, bilim gerektiğinde taviz verir diyenleri, eline A4 kağıt alıp plan çizmeye kalkanları gayet iyi tanıyoruz. Unutulmasın ki TMMOB, toplumun ortak yararını içermeyen, günü kurtarmaya dönük, aklı ve bilimi hiçe sayan uygulamaları her türlü baskıya rağmen geçmişte kabul etmemiştir, bugün de etmeyecektir” ifadelerini kullandı.
“KAMU YETKİSİNİ KULLANMADI”
30 Ekim 2020 tarihi sonrasında, İzmir ili mülki amiri tarafından bir deprem bölgesi olma niteliğini taşımaya devam eden kentte, ağır hasarlı binalar haricinde bütün hasar alan ya da mevzuat gereğince risk taşıyan yapıların taşınması ya da yıkılarak yeniden yapılması konusunda alınmış idari bir karar bulunmadığının altını çizen sözcü, “Deprem açısından riskli bir bölgede bulunan İzmir’de, tehlikenin giderilmesi için alınan tedbirler kapsamında sayılabilecek olan “binaların mevzuata uygun olarak yeniden yapılması” hususunda, kamu yetkisini kullanmamıştır. Sorunun çözümü bilimsel çalışmaların yanında ülkede uygulanan üretim politikaları ile doğrudan ilişkilidir” dedi.
“KAMU KAYNAKLARI GÜVENLİ KENTLER İÇİN KULLANILMALI”
Sorunun çözümünün gayet açık olduğunu ifade eden Akdemir, “Ülkemizin kamu kaynaklarının, hasta garantili şehir hastaneleri, geçiş garantili otoyollar, uçuş garantili havalimanlarına aktarılmak yerine vatandaşların sağlıklı ve güvenli kentlerde yaşaması için kullanılması durumunda kentlerimizde var olan problemlerin büyük bir kısmı çözülecektir. Barınma hakkının temel bir insan hakkı olduğundan hareketle ülkemizde uygulanan kentsel politikalar nedeniyle konutu yatırım aracına dönüştüren kredi teşvikleri, kamu mülklerinin satışı, yabancı konut satışı, kira ve konut fiyatlarının denetlenmemesi, vergilendirmenin adil yapılmaması ve benzeri tüm iş ve işlemlerden vazgeçilmelidir. Anayasanın 56 ve 57. maddelerinde de açıkça belirtildiği üzere tüm vatandaşlarımız için sağlıklı ve güvenli konut alanları planlanmalıdır. Bu nedenle idarecilere, meslek odalarını hedef göstermek yerine, vatandaşları serbest piyasa koşullarına terk etmeyen, kamu kaynaklarını herkes için adil ve hakça kullanılmasını öngören gerçekçi çözümler konusunda görev ve sorumluluklarını hatırlatıyoruz” diyerek sözlerini noktaladı.