Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin kendine özgü kültüre sahip şehri Mardin, bünyesinde bulundurduğu farklı inanç gruplarının bir arada hoşgörüyle yaşadığı medeniyetler beşiği olarak dikkat çekiyor. Geçmişten günümüze Mezopotamya’nın pek çok farklı medeniyetine geçit olan Mardin, tüm bu kültürlerin bir harmanı olarak adeta bir kültür şovu sunuyor. M.Ö 5 binli yıllara uzanan bir geçmişe sahip bu kadim şehrin sokaklarında yürürken kulağınızda farklı dillerin, Türkçe’nin farkı lehçelerinin tınıları yankılanacak. Bu çok çeşitliliğin yansımasını şehrin mimarisinde de görmek mümkün. Özellikle taş konaklar ve manastırlar şehre masalsı bir hava katıyor. El sanatları gözlere, yemekler ise hem gözlere hem de damaklara şenlik yaşatıyor.
İpek yolu üzerindeki, Yukarı Mezopotamya’nın en eski şehri Mardin’de gezilecek yerler…
KASIMİYE MEDRESESİ
Artuklu Dönemi’nde yapımına başlanan ve 1457-1502 yılları arasında tamamlanan Kasımiye Medresesi, günümüze kadar mükemmel yapısıyla ayakta kalabilen nadir eserlerden biri. İki katlı, kubbeli, açık avluya sahip kesme taşlardan yapılmış bu eser, süsleme ve motifleriyle taş işçiliğinin inceliklerini gözler önüne seriyor.
Kasımiye Medresesi’nde cami ve türbe bir arada bulunurken bağımsız bir mescit mekanına da sahiptir. Medrese, Mardin yapılarının en büyüklerinden ve en çok ziyaret edilen yapılarından biridir.
DEYRULZAFARAN MANASTIRI
Mardin Ovası’na hakim bir noktada bulunan Deyrulzafaran Manastırı, 5. yüzyıldan başlayarak farklı zamanlarda yapılan eklentilerle günümüzdeki halini almıştır. Manastır tarih içinde pek çok kez isim değiştirmiş ve farklı amaçlar için de kullanılmıştır. Önce Güneş Tapınağı olarak kullanılan bu yapı, Romalılar tarafından kale olarak hizmet vermiş. Aziz Şleymun ve bazı azizlerin kemiklerinin getirilmesiyle tekrar manastır halini aldı. 15. yüzyıldan sonra ise etrafında yetişen safran (zafaran) bitkisi nedeniyle Deyrulzafaran Manastırı adını aldı.
Kurulduğu günden kalma mozaiklerini günümüzde de bulunduran Deyrulzafaran Manastırı, 52 Süryani patriğinin mezarlarına ev sahipliği yapıyor.
DOĞU ANADOLU’NUN EFES’İ: DARA ANTİK KENTİ
Mezopotamya bölgesinin Efes’i olarak kabul edilen Dara Antik Kenti, tarihi M.Ö 570’li yıllara dayanan geçmişiyle bir hazine değeri taşıyor. İçerisinde 5 kilometre uzunluğunda şehir surları, su sarnıçları, kaya mezarlar, kiliseler, agora, köprüler, silolar bulunan kent, bir şehrin ihtiyacı olabilecek tüm yapıları barındırıyor. Arkeolojik kazıların 1986 yılında başladığı kentte kazı çalışmaları sürdükçe yeni yapılar ve eserler keşfedilmeye devam ediliyor.
Mardin Nusaybin’de bulunan ve İran hükümdarı Darxis’in ( Darayuvaşi) emriyle yerleşim yeri olarak kurulan Dara Harabeleri’nde 5. yüzyıla ait Babil ve Pers Krallıklarının çok sayıda tarihi mezarları da gün yüzüne çıkarıldı. İranlılara, Romalılara, Emevilere, Abbasilere ve son olarak Osmanlı yönetimine geçen bu kent Büyük İskender ile Dara’nın savaşına ev sahipliği yapmıştır. Şehirde kalıntılar arasında bulunan paralar Dara’nın zengin bir şehir olduğunu işaret ediyor.
Kayalar içinde oyulmuş çevresi 8-10 kilometreyi bulan oldukça geniş olan kent içerisinde mağara evler, yer altı zindanlarıyla Türkiye’de görülmeyi bekleyen, henüz popüler olamamış değerli kültür mirasları arasında yer almaktadır.
ULU CAMİİ
Mardin’deki Artuklu mimari örneklerinden biri olan Mardin Ulu Camii, sosyal medyada Mardin’in en çok fotoğraflanan ve en çok bilinen simgesi haline geldi. Mardin’de karşılaşılan çoğu yapıda olduğu gibi Ulu Cami de kesme taşlarla inşa edilmiştir. Yapıldığından iki minaresi olan yapının günümüzde tek minaresi ayaktadır.
Minare üzerindeki kitabeye göre Diyarbekir Meliki II. Kutbettin İlgazi yaptırmıştır. Mihrapta yer alan Sakal-ı Şerif de sık sık halk tarafından ziyaret edilmektedir.
MOR GABRİEL MANASTIRI
Mardin Midyat’ta temelleri Mor Şmuel ile Mor Şemun tarafından 397 yılında atılmış olan Mor Gabriel Manastırı, “Rahiplerin Meskeni” anlamına gelen ve Süryanice’de “Dayro d’Umro” isminden türetilen Deyr-el Umur adıyla da bilinmektedir. Çok çeşitli bölümlerden oluşan manastır mozaikleriyle dikkat çekmektedir.